Toprak
Benim sadık yarim..”
Su olmadan hayat olmaz deriz sıklıkla…
Yer yüzünde yaşamın kaynağı olan su kadar önemli diğer bir kaynaksa topraktır…
Üzerine basıp geçtiğimiz, barındığımız, besin kaynağımız olan, uğruna tarihler boyunca savaşlar verdiğimiz Aşık Veysel’in sadık yari kara toprak, insan yaşamı için vazgeçilmezdir.
Bu yazımızda doğaya onun eşsiz dengesine saygının gereği, sizlere biraz toprağı anlatmak ve onu hızla tüketen tehlikeler karşısında uyarıcı olmak istiyoruz.
Toprak dünyanın oluşumundan bugüne değin fiziksel, kimyasal ve biyolojik parçalanmaların sonucunda şekillendi. Kayaçlar önce güneşin, suyun, rüzgarın etkisiyle parçalandı sonra mikrooganizmalarla ve diğer canlıların eliyle ayrıştırıldı. Sadece 1 cm kalınlığındaki toprak parçası binlerce yılda oluşabildi.
Bir cm kalınlığındaki toprak binlerce yılda oluştu; ancak onu kaybetmek, kullanılamaz hale getirmek hiçte zor değil…
Evet binlerce yılda sadece 1 cm oluşabilen topraklar, insan nüfusunun ve tüketimin hızla artışı nedeniyle çok büyük bir tehlike altında. Nasıl ki tüm doğal kaynakların üzerinde çok ciddi bir baskı söz konusuysa bundan en çok etiklenenlerin başında topraklar geliyor.
Ormanlar kesilip, yakılıp, yok edildiğinde, sular kirletilip kullanılamaz hale getirildiğinde ya da kuruduğunda bunların sonuçlarını çok kısa bir süre içerisinde görebiliyorken, topraktaki değişimler çok daha uzun süreçlere yayılmaktadır. Bu da topraklarımızdaki yok oluşu görmeyi zorlaştırmaktadır.
Toprak yaşayan, ilgi isteyen, koruma isteyen canlı bir varlıktır.
Toprak içerisindeki mikroorganizmalar ve diğer canlılarla, içeriğindeki %25 hava, %25 su dengesiyle, makro ve mikro element varlığıyla, organik madde miktarıyla değişim ve dönüşüm içerisinde olan canlı bir varlıktır.
Bu öyle bir canlılıktır ki, bir gram toprakta bir milyar mikroorganizma yaşayabilmektedir.
Ancak bu canlı varlık, insan kaynaklı etkenler nedeniyle çok ciddi bir tehdit altındadır. Bu tehditler, yanlış tarım politikaları sonucu şekillenen tarımsal üretim biçimleri, şehirleşme ve sanayileşmenin getirdiği baskıyla toprakların kirletilmesi, kullanılamaz hale getirilmesidir.
Tarımda toprak koruma esas olmalı
Birim alandan en yüksek verimin alınmasına odaklanan tarımsal üretim modeli, topraklar üzerinde son yüzyılda insanlık tarihi boyunca verilmemiş bir zararı oluşturdu.
Üst üste aynı ürünün arazilerde yetiştirilmeye başlanması, tuz formundaki kimyasal gübrelerin gittikçe artan miktarlarda tarım topraklarına serilmesi, daha büyük ve ağır ekipmanlarla toprakların sıkıştırılması, ekime uygun olmayan arazilerin tarıma açılarak işlenmesi, uygun olmayan sulama teknikleri, toprakların doğal verimliliklerinin hızla sömürülmesi bunun başlıca nedenlerdir.
Toprak canlılığının kaynağı organik madde (humus) miktarıdır. Organik madde miktarının iyi düzeyde kabul edilebilmesi için en az %4-5 oranında, toprakta organik madde bulunması gerekir. Ancak bugünkü üretim modeli nedeniyle organik madde miktarı hızla azalmakta topraklar çölleşmektedir. Ülkemizde tarım toprakları üzerine yapılan bir araştırma bu durumu kanıtlıyor.
Topraklarımızın %88’inde organik madde miktarı yetersizdir. %21’inde %1’den daha azdır…
Organik madde miktarının bu derece azaldığı bir topraksa canlılığını yitirmiş çölleşmiş bir topraktır.
Çölleşen, yüzeyi çıplak kalan topraklar hızla rüzgar ve su erozyonuna açık hale geldiler. Ülkemiz topraklarının ¾’ünde orta ve şiddetli erezyon yaşanmaktadır. Her yıl tarım alanlarından 500 milyon ton, tüm ülke yüzeyinden 1,4 milyar ton verimli üst toprak erozyanla kaybedilmektedir.
Kaybedilen bu topraklar 25 cm kalınlığında, 400 bin hektar genişliğinde bir araziye eşdeğerdir.
Yanlış gübreleme, aşırı bilinçsiz sulama toprakların çoraklaşmasına, tuz oranlarının artmasına ve sonuç olarak bu toprakların kullanılamaz hale gelmesine neden oldu.
Tarım arazileri arsa olmamalı…
Toprak kullanımındaki tek yanlış tarımla sınırlı değil…
Bir seferberlik şeklinde süren asfalt dökme yarışı, içinden geçtiği ovaların su havzalarını geri dönüşümsüz bir şekilde tarıma kapatıyor. Her gün biraz daha fazla genişleyen şehirler, tarım arazilerini arsalara dönüştürüyor. Düz, inşaat için zahmetsiz görülen alanlar bir anda arsa yapılıyor, üzerinde yeni binalar yükseliyor.
Bir inşaat çılgınlığı içerisinde her gün konuya ilişkin yeni bir haber okuyoruz gazetelerden.
Oysa ki binayı, yolu yapmak kolaydır; ancak bunu yaparken yok edilen toprağı ise yerine koymak imkansız…
Düşünün Akdeniz kıyıları ülkemizin neredeyse tek portakal, mandarin, altıntop, limon üretim merkezi durumundadır. Son 10-15 yıl öncesine kadar sahilde turunçgil bahçesi olan alanlarda şimdi binalar yükseliyor…
Bu binalar her yerde yükselebilirdi; ancak bu meyveleri her yerde yetiştirmek mümkün değil.
Zeytinlikleri madenlere feda etmek…
Siyanürle altın aramaları, taş, mermer, kömür vb. bir dolu maden ocağı, art arda kurulan hidro elektirik santralleri (HES), sulama sularına karıştırılmakta beis görülmeyen sanayi atıkları sonucu hiçe sayılan bir çırpıda yok edilen kaynaklardan biri yine topraktır.
Bunu en son zeytinlik alanlarda maden aramaya izin veren yasa görüşmelerinde gördük.
Ege’nin dağlarında belki tek yetişebilecek ürün olan zeytini, daha fazla çoğaltmak ve o doğayı, toprağı korumak yerine, maden arama için zeytinliklerin kesilmesine onay veren yasalar hazırlandı.
Yine mera alanları üzerinde her türlü faaliyetin yasaklandığı koruma altına alınmış alanlar olmasına karşın her gün alınan yeni bir kararla meralar maden aramaya, inşaata, enerji sektörünün kullanımına açılmaktadır. Sonuç ise geri dönüşümsüz olarak toprakların kirlenmesi , yok olmasıdır.
Yaşayacak yeni bir gezegen bulamilir miyiz?
Tarımın ilk başladığı dönemlerde insanlar belirli bir alanı bir süre ektikten sonra bu alan verimsizleşince başka alanlara göç ederler ve o topraklarda tarıma devam ederlermiş.
Günümüzde göç ederek tarım yapılabilecek başka bir alan kalmadığına göre yeni bir dünya keşfedilmediği sürece gidilecek bir yer yoktur. İnsan nüfusu hızla artmakta tarımsal alanlarsa giderek daralmakta ve verimliliğini yitirmektedir.
Uğruna savaşlar verilen toprak eğer canlı değilse, size gülmüyorsa orası size yurt olamaz.
Uğruna dövüşülen vatan olan topraklar, üzerinde ot bitmeyen çölleşmiş, bir beton yığınına dönmüş olan değil, her bir tohuma bire on, bire yüz veren bereketli topraklardır.
Bir yandan yanlış tarımsal uygulamalarla, bir yandan çarpık şehirleşme ve sanayileşmenin yarattığı olumsuzluklarla zarar gören toprak, tükenmez bir kaynak değil. Onu gelecek nesillere taşıyabilmek; onu sevmek, korumak, hak ettiği ilgiyi göstermekle mümkün olabilir.
Bu sevgiyi en güzel şekilde taşıyanlardan birine Aşık Veysel’e bırakalım son sözümüzü;
Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sâdık yârim kara topraktır .